17 Temmuz 2014 Perşembe

Sahilde Kafka / Umibe No Kafuka

İlk yazıma Sahilde Kafka ile başlayacağım çünkü bu son zamanlarda okuyup en çok beğendiğim kitaplardan biri ve maalesef bunun ardından pek kitap okuma fırsatım olmadı. Bir an önce başlamak istiyorum!
Kapağı bile kendine çeken bir kitap bence. Haruki Murakami'nin adını duyup merak ettim ve bu kitabı aldım, elbette pişman değilim. Henüz Murakami'nin diğer kitaplarını okumadım ama okuyanların yorumları, Sahilde Kafka'nın başlamak için doğru kitap olduğu yönünde.

Öncelikle bu kitap bir defa okuyup bir köşeye bırakılacak bir kitap değil. Birkaç defa ve sindire sindire okumak gerekiyor, şayet elimde eskidi kitap. Yine de tekrar okusam daha mı iyi olurdu diye düşünmüyor değilim. Çünkü içinde bir çok metafor, anlamak için tekrar tekrar okumak gereken cümleler var. Bazı yerler oluyor ki "Murakami olmak vardı be!" diyorsunuz. Yalnızca bu kitaptan bile yazarın ne kadar yüklü bir bilgi birikimi olduğunu görebiliyorsunuz.
Kitapta çok fazla karakter ve bir sürü olay olduğundan anlatmak zor olacak, kısaltabildiğim kadar kısaltacağım.
Kafka Tamura
Başlangıçta kitabın ana karakteri Kafka Tamura'yı anlatayım. 15 yaşında, olgunlaşma çağında olması gereken ama sanki uzun zaman önce olgunlaşmış bir karaktere sahip. Yine de cinsel dürtülerine engel olamayacak kadar ergen, önemli kararlar alabilecek kadar yetişkin. Diğer onbeşliklerin aksine o çok hırslı bir çocuk. Çok fazla kitap okuyan, sorgulayan, sonuçlar çıkaran, varsayımlarda bulunan ve bolca spor yapan biri. Üç defa okuldan uzaklaştırma almış ve boş zamanlarını kütüphanede ya da spor salonunda geçirmiştir. Her ne kadar mükemmelleştirilmiş biri olmasa da bazen Kafka'dan iyi bir arkadaş olurdu diyorsunuz ve kitap boyunca oluyorsunuz da. Sorunlu bir çocukluk geçirmiştir ve ailesinden gelen genleri taşıdığı için kendi bedeninden, kendi deyimiyle "bulunduğu kaptan" nefret ediyor.

Yıllar önce babası tarafından bir kahenet yapışıyor üstüne. Kahenete göre Kafka gün gelecek öz babasını öldürecek, öz annesi ile cinsel ilişkiye girecek ve üstüne ablasına tecavüz etmeye çalışacaktır. Ve Kafka bu kehanetten kaçmak için, çantasını alır ve Takamatsu'ya taşınır. Ve bu süreçte karşısına bir tane bile kötü ya da bilgisiz insan çıkmaz, hepsi de oldukça kültürlü ve tuhaf insanlar!
Karga Adlı Delikanlı
Kafka'ya eşlik eden, Kafka'nın iç sesi, benliği olan Karga adlı delikanlı'yı okuyoruz. Kafka'nın bir nevi yardımcısı, onun aklını başına getiren, hatta ona akıl veren benlik. Sık sık, "dünyanın en sert onbeşlik delikanlısı" olduğunu hatırlatır ona. Yerine geldiğinde kendine gelmesini sağlar, silkeler. Kitabı ilk okuyuşumda da belli bir yere kadar Karga'yı gerçek biri sanmış, olduk olmadık yerlerde konuştuğunda "Bu nerden çıktı yahu?" dediğim olmuştur, onun bir iç ses olduğunu anladığımda da kendime aptal dediğim de doğru.
Oşima 
Oşima, Kafka'nın aşık olacağı Saeki Hanım'a ait kütüphanede çalışan, okulda başarısız olduğu halde okurken bana sanki her şeyi biliyormuş havası yaratan karakter. Yaptığı alıntılar, ürettiği metaforlar, "yahu bir insan bunların hepsini nereden bilir?" dedirtiyor. Oşima Bey, ne kadar kitapta bahsedilmese de karanlık bir geçmişe sahip bence. Hemofili hastası ve kitapta cinsiyetsiz olarak nitelendirilen biri. Bedenen tamamen kadın ama bilinç olarak tamamen erkek. Yine de eşcinsel değil. Kafka onunla tanıştığında onun abisi/ablası olabileceğini düşünür. Kafka tanıştığı kadınların hepsinin annesi ya da ablası olabilme ihtimalini düşünüyor.
Oşima benim favori karakterlerimden biri oldu, sebebi de Kafka ile aralarında geçen diyaloglar olsa gerek.
Ayrıca Oşima'nın elinde her zaman ucu sivriltilmiş bir kurşun kalem bulunur, bunun mesajını pek anlamadım diyebilirim ama bir ayrıntı olarak hoşuma gitmişti.
---
Bu sırada 1944'te yaşanan, Setsuko Okamoçi adlı genç bir öğretmenin şahit olduğu olayı onun ağzından dinliyoruz. Anlattıklarına göre, öğrencileri ile Tastepe adlı bir yere gider ve orada öğrencilerinden mantar toplamalarını ister. Bu olurken gökyüzünden uçak olduğunu düşündükleri bir araç geçer ve gider, ne öğrenciler ne de Setsuko Hanım bunu önemsemezler, savaşa giden bir uçak olduğunu düşünürler. Sonrasında birden bire bütün öğrenciler gizemli bir şekilde yere yığılırlar. Sestuko Hanım ise gayet sağlıklıdır. Hemen gidip yardım çağırır. Öğrencilerin gözleri açıktır ve gözbebekleri hareket etmektedir. Yine de hiçbir şey görmüyordur çocuklar, sanki bir tür trans halindeymiş gibi. Sonrasında çocuklar bir bir uyanırlar.  Hiçbirinde neden bayıldıklarına dair bir belirti yoktur ve çocukların hepsi bayıldıkları anları hatırlamıyordur. Sanki beyinlerinden o anlar silinmiş gibi. Yalnız bir çocuk uyanamamıştır. Nakata. Üç hafta boyunca o halde kalmış ve uyandığında ise belleğini tamamen yitirmiştir.  Setsuko Okamoçi'nin şimdilik tüm anlattığı budur, ama gizlediği bir şeyler vardır ve bunu daha ileriki zamanlarda bir mektubunda açıklamaya çalışır.
---
Satoru Nakata
Tastepe olayında bir süre uyanamayıp uyandığında hafızasını kaybetmiş olan çocuğun altmışlı yaşlara gelmiş halini okuyoruz. Nakata sadece bugünü yaşayan, biraz akılsız biridir. Daha doğrusu çocukluğundan beri herkes ona akılsız dediği için kendisi için başka bir tanımlama bulamaz. Cümlelerine "Bendeniz Nakata..." diye başlar. Ayrıca gölgesi siliktir. Vali Bey'den aldığı para ve "insanların kaybolan kedilerini bularak" kazandığı para ile geçinen biri. İlginç bir şekilde kediler ile konuşabiliyordur. Ve bazı taşlarla. Evet, konuşabildiği taşlar vardır. Can sıkıntısının ne demek olduğunu bilmiyordur. Asla sıkılmaz. Ayrıca  gökten balıklar da yağdırabilir!

Nakata'nın hayatı Johnnie Walker ille tanıştıktan sonra değişir. Johnnie Walker adlı adamla tanıştıktan sonra hayatının ne kadar boş olduğunu, bilmediği hiçbir şey olmadığını anlar. "Gölgem bile, normal insanların ancak yarısı koyulukta." der ve artık beynini doldurmaya, gölgesinin kaybolan yarısını bulmaya karar verir. Ama buna fırsatı olmaz. Bir çok kişinin favori karakterlerinden biri olmasına rağmen Bendeniz Cemre Nakata karakterinin bölümleri okurken sıkıldığımı söyleyebilirim.

Saeki Hanım

Kitabın en karmaşık karakterlerinden biri bana göre. Ellili yaşlarında, çok güzel, zarif bir kadındır ve Kafka'nın da dikkatini çeker.

Saeki Hanım gençliğinde büyük bir aşk yaşamıştır. Ruhunun diğer yarısını bulmuş, asla o zamanlar olduğundan daha mutlu olamayacağını düşünmüştür. Ve o zamanlar yaşadığı mutluluk onu yaşamının gelecek yıllarında mutsuzluğa mahkum etmiştir çünkü sevgilisi henüz yirmi yaşında ölmüştür. Bundan sonra Saeki Hanım kendini insanlardan uzaklaştırmış, kaybolmuştur. Yıllarca da kimseye görünmemiştir.

Bir süre sonra ise dönmüş ve Kamura Kütüphanesi'nin başına geçmiştir. Her gün sahtedir onun için.

Sahilde Kafka adlı bir plak çıkarmıştır. Sözlerinden bazıları şöyledir.


uyuyan bir kertenkelenin üstüne parıldıyor ay,
küçük balıklar yağan göklerden.
pencerenin dışında askerler var
bıçaklarla kendilerini öldüren.

boğulan kızın parmakları
giriş taşını ve daha fazlasını arıyor.
mavi elbisesinin ucunu kaldırıp


Diğer olaylarla bağdaştırılabiliyor bu cümleler. Yine de tam olarak anlayamıyorsunuz. Giriş taşını, gökten yağan balıkları, kendini öldüren askerleri.
Kitabın sonlarında Saeki  Hanım, Nakata aracılığı ile giriş taşını açmış ve cezasını da almıştır.

Kafka Tamura Saeki Hanım'ın genç kızlığını rüyasında görür ve önce o haline, sonra gerçek Saeki Hanım'a aşık olur. Genç Saeki Hanım geceleri Kafka'nın odasını ziyaret eder. Üstünde mavi elbisesi vardır ve hiç konuşmaz, yalnızca oturur ve duvarda asılı olan, içinde sahilde oturan bir çocuk ve köpek olan Sahilde Kafka resmini izler. Sonra da gider.

Kafka Tamura Saeki Hanım'ın onun annesi olduğunu düşünür çünkü Saeki Hanım yıldırım çarpan insanlarla röportaj yapmış ve bunları bir kitapta toplamıştır ve Kafka'nın babası Koiçi Tamura'yı da eskiden yıldırım çarpmıştır. Kafka onların bu şekilde bir araya geldiğini ve Saeki Hanım'ın onun annesi olabileceğini düşünür.
Kafka ve Saeki Hanım birbirlerine bir çekim hissederler ve bu da Kafka'nın yıllar önce ölen sevgili olduğunu düşündürüyor. Olabilir mi? Bu kitapta her şey olabilir.  Saeki Hanım Kafka'nın annesi olabilir mi? Olabilir.

Johnnie Walker

Yok artık dedirten bir karakter. Kafka Tamura'nın babası Koiçi Tamura'nın bedenine sıkışıp kalmıştır ayrıca bir kedi katilidir! Kedilerin ruhlarından dev bir flüt yapacağını söyler. Kedi ruhundan bir flüt nasıl yapılır bilemiyorum ama onların ruhlarını alma biçmi oldukça kötü.
Nakata onunla konuşan bir köpeği takip eder ve Johnnie Walker ile karşılaşır. Bu evde buzdolabının içinde kesik kedi kafaları var! Ve Johnnie'nin yeni kurbanları, Nakata'nın aradığı bir kedi, ve bu kediyi ararken yardım istediği kedilerdir. Johnnie bunu yapmaya mecbur olduğunu söyler ve Nakata'dan onu öldürmesini ister. Nakata ise böyle bir şeyi yapabilecek biri değildir asla. Ama Johnnie Walker sırayla kedilerin önce karnını yarıp kalbini söküp o kalpleri ağzına attıkça ve kafalarını koparıp bedenlerini ise bir çuvala doldurunca Nakata birden bambaşka birine dönüşür ve Johnnie Walker'ı öldürür.  
Babasının ölümünün ardından polis Kafka Tamura'yı aramaya başlar. Şüpheli olarak değil yalnızca bilgi almak için. 
Kafka bir gün bir yerde uyanır ve üstünde kan lekesi vardır. Kanın kime ait olduğunu, bu yere nasıl geldiğini bilmemektedir ve kehaneti düşünür. "bir gün öz bababı öldüreceksin." Ve gazetelerde Koiçi Tamura'nın ölüm haberleri vardır. Oysa Koiçi öldüğü sırada Kafka ile aynı şehirde bile değillerdir ama Kafka yine de bunu bir şekilde yapmış olabileceğini düşünür. 

Saeki Hanım'ın Kafka'nın annesi olabileceği ihtimalini kabul ettiğimizde şöyle düşünebiliriz. Koiçi'nin içine giren Johnnie Walker'a rağmen Koiçi, Saeki Hanım'a aşık olmuş ve evlenmişlerdir ve Kafka doğmuştur. Sonrasında Saeki Hanım Koiçi Tamura'nın içindeki laneti fark eder ve  Kafka'yı kehanetten korumak için terk eder. Ama lanet yine de Kafka'dadır. Kafka Saeki Hanım'la karşılaştığında hem onun annesi olabileceğini düşünmüş hem de ona aşık olmuştur. Ve zamanla bu bir ilişkiye dönüşür.

Sakura

Sakura, Kafka'nın Takamatsu'ya giderken tanıştığı bir genç kız. Kafka tanıştıklarında ondan etkilenmiş, onu arzulamış ama bir yandan onun ablası olabileceğini düşünmüştür. Vedalaştıkları sırada Sakura Kafka'ya yardıma ihtiyacı olursa ona gelebileceğini söyler.

Kafka kalacak bir yere ihtyiacı olduğunda Sakura'yı arar ve onun evine gider. Geceyi beraber geçirirlerken Kafka Sakura'ya ona duyduğu cinsel arzuyu belli eder ve Sakura da ona düzenli bir sevgilisi olduğunu anlatır.

Kafka rüyasında Sakura'ya tecavüz ettiğini görür.
Sakura ona, "Ben senin ablanım, sen de benim kardeşimsin. Aramızda kan bağı olmasa bile, abla kardeşiz. Aramızda bir aile bağı var." (syf.516) der.




-----

Kitapta bu karakterlerin dışında daha bir çok karakter var. Kitap bence kesinlikle okunması gereken bir kitap. Okumaya başladıktan sonra verdiğiniz aralarda aklınızdan çıkmayacak bir kitap. Çünkü ben okurken sürekli devamını merak ediyor ve yazarın hayal gücüne şaşıp kalıyordum. Olayların birbiriyle bağlantısı, gelişimi, ilerleşiyi hayran olunmayacak gibi değildi ama bu kitabın bir sonu yoktu.

Aklındaki soruların cevabını vermiyordu, evet kitap boyunca şaşıp kalıyordunuz. Ama kitabın sonuna geldiğinizde, her şey karmaşıklaşıyor ve adeta bir rüyaya giriyorsunuz. Her şey öyle hızlı ve öyle hayal gibi ilerliyor ki. Kitabı bıraktığınızda bir boşluğa dalıp Kafka'yı düşünüyorsunuz.




Belki anlayamadığımdan ama aklımda sorular var,

Nakata ve Saeki Hanım'ın gölgeleri nasıl silikleşti?

Gökten balıklar nasıl yağar?

Nakata nasıl kedilerle konuşabiliyor ve bu yeteneğini neden kaybetti?

Johnnie Walker ve Albay Sanders tam olarak nedir?

Giriş taşı nedir?

Sahilde Kafka'daki o iki akordun anlamı nedir?

Ve daha bir çoğu... Bunların cevabı kitapta var mıydı emin olamıyorum.


Yine de, okuduğum en iyi kitaplardan biriydi kesinlikle. Bir rüya gibi akıp gitti. Murakami'nin diğer kitaplarını okumayı deli gibi istememe sebep oldu ve ansiklopedi gibi görünen devasa 1Q84 kitabı kitaplığıma girdii. Henüz başlamadım çünkü ondan önce İmkansızın Şarkısı ve Zemberekkuşunun Güncesi'ni okumak istiyorum.


Ve son olarak, bu kadar harika bir çeviri yaptığı için çevirmenini gerçekten tebrik ediyorum, Japonca'dan çeviri ve harika olmuş.

Kitaptan Alıntılar

“Labirent kavramının ilk bulanlar, şu an anlaşılabildiği kadarıyla Eski Mezopotamyalılar. Onlar, hayvanların bağırsağının çekip çıkararak fal bakarlarmış. Elbette o karmaşık şekil dikkatlerini çekmiş olmalı. İşte bu yüzden, labirentin o şeklinin temeli bağırsağa dayanır. Yani labirentin temel prensibi aslında senin içindedir. Üstelik dış dünyadaki labirentlerle paralellik gösterir. (syf.490)

“Yerine göre, kader dediğimiz şey, dar bir yerde sürekli yönünü değiştirerek dönüp duran bir kum fırtınasına benzer. Sen ondan kurtulmak için ayağını bastığın yeri değiştirirsin. Bunun üzerine fırtına da sana ayak uydurmak için yönünü değiştirir. Bir kez daha bastığın yeri değiştirirsin. Tekrar tekrar, sanki şafaktan hemen önce ölüm tanrısıyla yapılan uğursuz bir dans gibi, aynı şey tekrarlanıp gider. Neden dersen, o fırtına uzaklardan çıkmış gelmiş herhangi bir şeyden farklıdır da ondan. O fırtına aslında sensindir. Yapabileceğin tek şey, ayağını dosdoğru fırtınanın içine daldırarak, gözlerini kum girmeyecek şekilde kapatıp adım adım fırtınanın içinden geçmektir. Fırtınanın içine ayak attığındaki kişi olmayacaksın artık, aynı kişi olmayacaksın. Evet, işte kum fırtınasının anlamı bu.” (syf.10)


“Eğer öyle bile olsa, yani senin seçimlerinin ve çabalarının boşa gitmesi kaderle ilgili bir şeyse bile, sen neticede değişmez bir gerçek olarak sensin ve kendinden başka bir şey de olamazsın” (syf.279)

“Hepimizin böyle çöküp gitmesi dünyanın kurgusunun çöküş ve yitim üzerine kurulu olmasından. Bizim varlığımız o prensibin gölgesinden başka bir şey değil.” (syf.468)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder